"Can-ı Gönül", Karşı Sanat (2016)

Ümitsizce çoğullaşmaya ya da tekilleşmeye çalışan varlıklarız. Görünmeyene ve bilinmeyene aitiz (aksi kanıtlanana kadar). Tüm kırılganlığımız ve içsel gücümüzle, kayıp duygusu eşliğinde ve ne olduğu meçhul kaybın peşinde çelişkili varoluşumuzu sürdürüyoruz. Bu sergide beni meşgul eden, ‘hayatın panzehiri yok’ dedirten bu varoluşu, yaşam denen sonsuz magmaya şekil vermeye, anlamlandırmaya duyduğum, sanatın da nedeni olarak gördüğüm arzu ve ihtiyaç doğrultusunda ‘Can’la hayat bulan, ‘Gönül’le tinselleşen beden imgesi üzerinden, çağlar boyu devredilen arketiplerle sorgulamak, özellikle kadının yeryüzüyle olan ve kendi yaşam döngüsündeki serüvenini irdeleyip, yoğurup, üç boyutlu dünyada ayağa dikmek oldu. Anılar, arzular,düşler,niyetler, duygular,inançlar, düşüncelerin barındığı, zihnimizin, ruhumuzun, bilincimizin biricik mekanı olarak algıladığımız, içsel sahnesinde durmaksızın birbiriyle savaşan, kucaklaşan, zıtlaşan yabancılaşan, hatırlayan kalabalık bir kadro yaşayan, kendimizi bir ve özdeş saydığımız, olumlu, olumsuz tüm kayıtları tutan, izleri taşıyan, dünyayı, evreni içine çekip soğurabilen yeryüzündeki taşıtımız, taptığımız, nefret ettiğimiz, muktedir olanın el koymaya çalıştığı, sürekli olarak savunulması gereken, ölüm/dirim ikilisinin oyun alanı, kendisiyle bir çok şey yapılabilen insan/hayvan bedenlerimiz kaostaki örgütlülükler olarak bu serginin de taşıyıcısı konumunda. Kendi dışlarına, özgürlüğe, bilinmeyene büyük bir güç , sevinç , arzu ve umutla yönelen, içlerini açan ve içe açılan , yarılan, kutuplaşan, katlanan, taşan, kendisini ve nedenini merak eden, arama ve bulma yolunda çabalayan, gizilgücünün peşinde devinen, yeryüzünü ve tüm canlarını kendisine katarak ve kendisinden türeterek sonsuzlukta yol alan bu figürler içerideki çoğullukla başedip, barışıp dışarıdakiyle bütünleşme, tekleşme arzusunun da simgesi olarak görülebilir.


SERGİLENEN ESERLER